Galip Dursun Kimdir? Kitaplarının Tanıtımı ve Hakkında Bilgi

0

GALİP DURSUN DA KİM?

Yazar 1 Ekim 1980 İstanbul doğumlu. 2001 yılında Marmara Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı Bölümü’nden mezun olduktan sonra tasarımcı ve yazılımcı olarak çalışıyor. 2003 yılında ise Gölge öykü dergisi ve Kan Güncesi Alt-Kültür portalında kurucu, yazar ve yayın yönetmeni olarak çalışmalarını sürdürüyor. Bütün bunlar olup biterken de sempozyum, söyleşi ve konferanslarda gizem, korku, ve yeraltı edebiyatı üstüne konuşmalar yapıyor.  Bir yandan çeşitli dergilerde çalışmalarıyla yer alırken 2006 yılında altı yazarın öykülerini derleyerek oluşturduğu Anadolu Korku Öyküleri kitabını yayımlıyor. Daha sonra da 2011 yılında FABİSAD (Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği) bünyesinde kurucu üye olarak yer alıyor.

 

 

Devamına yazının ilerleyen bölümlerinde yer vereceğim, görece kısa bir zaman dilimine yayılan bu yoğun çalışma sürecine bakınca ilk göze çarpan şüphesiz yazarın adanmışlığı oluyor. Ortaya koyduğu işlerin tamamına yakınının ilk kez yapıldığını da düşünürsek, ne kadar öncü ve ilham verici bir yazarı konu edindiğimizi gönül rahatlığıyla ifade edebilirim. “GULYABANİ ÜRPERTİSİ”

 

“Gulyabani ürpertisi” diye bir şey uydurayım dedim; Türkiye sınırları içinde doğup büyüyenlerin pek çoğuna tanıdık geleceğini tahmin ettiğim o nostaljik duyguyu tanımlayabilmek için. Tamamen halkın çoğunluğundan izole bir çevrede yetişmeyip bir de şehir merkezinden uzaktaki atmosferi bir süreliğine tecrübe etmiş olanların kulağına muhakkak bir iki halk söylentisi çalınmıştır. Karşılarındaki arsada gece yarısı genç bir kız belirip kaybolmuştur, köyün delisinin önüne kış günü gökten sıcak bir pide düşüvermiştir, inşaata giren bir çocuk çığlık çığlığa delirerek çıkmıştır vb. Konumuz elbette ki bunların gerçek ya da uydurma olmaları değil.

 

Çoğunlukla küçük yaşlarda bizi korkutan, kafamızı meşgul edip duran, böbreküstü bezlerimizi sonuna kadar çalıştıran bu anlatıların içimize yerleşen hayaletlerini ifade etmeye çalışıyorum. Buradan doğru da Süt Kardeşler filminin Gulyabani temsilinin yarattığı ürperti duygusu ve bu duyguya dair potansiyel özlemimiz.

 

Bu özlemle çıktığım yolda Anadolu söylencelerine bakındığım 2011-2012 yıllarında, internet çöplüğü önüme binbir türlü “ibretlik”, (olumsuz manada) sinir bozucu ve temelsiz safsata yığmışken, arama motoruna hiç yoktan “Anadolu korku öyküleri” yazacağım tuttu ve farkında olmadan hedefi on ikiden vurmuş, Galip Dursun’la da tam bu hedefte tanışmış bulundum.

 

  CİNLİSİYLE CİNSİZİYLE: ANADOLU KORKU ÖYKÜLERİ KİTAP ÖZETİ

Galip Dursun’un kendi “Güzay’ın Bin Dilek Ağacı” isimli öyküsüne Ayşegül Nergis, Demokan Atasoy, Işın Beril Tetik, Kayra “Keri” Küpçü ve Koray Günyaşar’ın öykülerini ekleyerek derlediği ve ilk basımı 2006 yılında yapılan bir korku antolojisi niteliğindeki kitap, adı üstünde Anadolu’da geçen, geçtiği varsayılan hikâyelerden oluşuyor. Türünün Türkiye’deki ilk örneği olması açısından şu ya da bu sebeple (en çok satanlar listeleri melodramatik romanlar ya da komplo teorilerini market raflarından “ifşa eden” pazarlama ürünleriyle dolup taşarken) korku edebiyatının üvey evlat muamelesi gördüğü Türkiye yazınında oldukça önemli bir yere sahip.

 

Baştan ifade etmekte fayda görüyorum ki Dursun’un da sıkça belirttiği gibi (sıkça belirttiğini nereden biliyorum? Yazının ilerleyen kısımlarında.) gizem, korku, fantazya türünde ortaya konan işler, tiyatro oyunlarındaki oyuncu-seyirci ilişkisi misali, karşılıklı bir anlaşmayla tüketilir. Yazar, hikâyesini okura gerçekmiş gibi anlatır ve okur da eseri gerçekmiş gibi kabul ederek okur. Bu anlaşmaya yanaşmayan okur ise doğal olarak bu türün hitap ettiği kitleye dahil değildir, çünkü sunulan işin içeriği kendisi için bir anlam ifade etmeyecektir. Buradan hareketle, Anadolu Korku Öyküleri’nde yer alan eserlerin hiçbirinin başında, “Öyküde yer alan karakterlerin isimleri yasal zorunluluktan dolayı değiştirilmiştir,” gibisinden utanç verici istismar duyurularına rastlamayız. Bir tür olarak korkudan bahsettiğimizde koca bir deryanın yalnızca küçük bir kısmını işgal eden “yaşanmış olaylardan alınma” iddiasından hareket eden örneklerin bilhassa günümüz Türkiye korkusunda kapladığı hacmin, işin tadını kaçıracak boyutlara ulaştığı gerçeğine kısaca değinmiş olup konuya dönüyorum.

 

Galip Dursun, “Güzay’ın Bin Dilek Ağacı” öyküsünde bir çiftin kentte başlayıp taşrada biten (ya da bitmeyen) hikâyesini gerilimi gitgide artıran sağlam bir kurguyla anlatıyor. Çoğunlukla beyaz perdede karşımıza çıkan benzerlerine bir çağrışım yapmaması açısından hemen uyarmak isterim ki ne çiftin niteliği ne olayların gelişimi ne de muhteşem finali kıyas kabul edecek bir öykü değil. Ortadoğu’da adım başı rastlanan dilek ağacı inanışını merkeze alan öyküde, dallarına öylesine çaput bağlanan sıradan bir ağaç yerine muradın kabul edilmesi için uzun mücadeleler, zorlu yöntemler ve tehlikeli engelleri aşmayı öngören bir ağaç karşımıza çıkıyor. Bunun beraberinde de çokça karmaşık ilişkiler, geçmişiyle yüzleşen karakterler ve haliyle günümüzün deyişiyle “düşük enerjili varlıklar” da öyküden nasibini alıyor. Anaerkiye sağlam bir selam da çakan öykü özellikle türün meraklıları açısından oldukça tatmin edici.

 

TEKİ KESMEZ: ANADOLU KORKU ÖYKÜLERİ 2  KİTAP ÖZETİ

 

Tanıtım bülteninde “…yedi yıl önce, altı genç yazarımız, bastığımız topraklarda, soluduğumuz havada, bildiğimiz mekânlarda yaşanan, anlatılan öyküleri yazıya dökmeye karar verirler ve Anadolu Korku Öyküleri çıkar ortaya. Anadolu toprakları, fısıldadığı binlerce söylenceyle malzeme verir yetenekli kalemlere. Maden o kadar verimlidir ki tek kitap yetmez ‘korku’yu barındırmaya, ikinci kitap çıkagelir 2013’te,” deniyor kitap için. Bu kadar öncü bir işin tek kitapla kalmamasının, kalmamış olmasının benimle birlikte alanın meraklısı olan ve türe dair ürünlere aç bir kitleyi de heyecanlandırdığını görmek oldukça sevindirici. Üçüncü kitabın da geleceğini biliyoruz ki serinin bu tempoda devam etmesi, bundan yıllar sonra insanların dönüp bu seriyi araması, merak etmesi, saygıyla anması fikri insanı iyiden iyiye heyecanlandırıyor.

 

İlk kitapta olduğu gibi yine Bilgi Yayınevi’nden çıkan ve yine etkileyici kapak tasarımı Engin Deniz Erbaş’a emanet edilen kitapta öyküleriyle bu kez Ayşegül Nergis, Demokan Atasoy, Işın Beril Tetik, Koray Günyaşar, Mehmet Berk Yaltırık, Umut Dülger ve tabii Galip Dursun yer alıyor. Galip Dursun’un öyküsü “Oba”. Bir köy ortamında, çocukluk arkadaşıyla ilişkisi sürpriz sonuyla (gerçekten) insanın ağzını açık bırakan bir karakterin öyküsünü anlatıyor yazar ve bunu yaparken İslam ile İslam öncesi “cin” mevhumunu müthiş bir önermeyle birbiri içinde eritiyor.

 

HEM GÖZE HEM KULAĞA: GERİSİ HİKÂYE KİTAP ÖZETİ

2014 yılına geldiğimizde Galip Dursun’u, uzun yıllar korku ve gizemin ağırlıklı olarak edebiyat ve kültürdeki temsilleri üstüne birlikte çalışmalar yaptığı; Anadolu Korku Öyküleri serisinde de beraber okur karşısına çıktığı Demokan Atasoy ve Işın Beril Tetik’le mikrofon başında buluyoruz.

 

Üçlü, kendi ifadeleriyle, “korku edebiyatı, sineması ve kültürü hakkındaki birikim ve görüşlerini korku temalı bir podcast üzerinden anlatmaya karar verir,” çok da iyi yapar. İnternetten dinlenilebilen, hatta indirilebilen birer saatlik bu yayınlarda konu korkudan ölüme, Houdini’den vampirlere, uzaylılardan cinlere, Penny Dreadful’dan kıyamete, ejderhalara, Hannibal Lecter’a, (elbette) Stephen King’e uzuyor da uzuyor. Her yayında başka bir konu başlığını tartışan üçlü söylencelerden girip tarihi olaylardan, edebiyattan girip sinemadan çıkarken birikimlerine hayran olmamak, böylesi nitelikli bir arşiv çalışmasını tamamen ücretsiz paylaşıyor olmalarına minnet duymamak mümkün değil. Galip Dursun, üstüne konuştukları konu başlığının etimolojisini açıkladıktan sonra örneğin, Demokan Atasoy konunun sinema tarihinde olmadık bir temsilini ortaya koyabiliyor, Işın Beril Tetik ise Uzakdoğu kültüründe karşılığını bulan bir örnekle kafaları iyice açabiliyor.

 

Konu içerikleri korkuyla sınırlıymış gibi görünse de daha önce hiç duymadığımız tarihsel olaylar, gündelik hayatımıza girip de temelini hiç merak etmediğimiz küçücük detaylarla aniden bağlanıveriyor. Mesela Drakula’nın meşhur köpek dişlerinin beyazperdede ilk olarak 1953 yapımı Drakula İstanbul’da isimli Türk filminde görüldüğünü öğrenebiliyorsunuz. Benzer biçimde günümüz inançlarının koskocaman bir kısmının Sümerlere dayandığı (ki konuyu Sümer’e dayandırmak bir süre sonra kendi aralarında bir espriye de dönüşüyor), çarşamba karısı (ve anıldığı daha bir sürü isimle beraber) mevhumunun Lilith’le ciddi bir bağlantısı olduğu gibi bir sürü ilginç detay da laf lafı açarken dinleyenleri aydınlatıyor. İşin aslı çok fazla esrarengiz konunun Lilith’le bağlantısı olduğunu söylemek mümkün. Giovanni Scognamillo’nun dediği gibi, konu gizem olduğunda “her şey her şeyle bağlantılıdır.”

 

İnternet sitelerinde her podcastin altında paylaştıkları kaynaklar sayesinde detayını merak ettiğiniz konuları bizzat araştırabilirsiniz. Masalarına bir dördüncü olarak oturup ilginizi çeken bir konuda muhabbete dahil olmanızı, hatta geribildirimde bulunup fikir alışverişinde de bulunmanızı şiddetle tavsiye ederim.

 

TEKİNSİZ MECRALAR: PUSOVA KİTAP ÖZETİ

Galip Dursun, kendi öykülerinden oluşan ilk “solo” kitabını 2016 yılında İthaki Yayınları’ndan çıkarıyor. Kitaptaki dokuz öykü, yazarın da ifade ettiği üzere, bir sisteme göre sıralanmış durumda. Öyle ki bir öyküde yer alan karakter bir diğerinde yeniden ortaya çıkıyor. Korku ve fantazya yazınının pek çok türünde örnekler barındıran Pusova, bitimiyle okuru üzen kitaplardan.

 

Yazarın üslubunu şöyle ifade edeyim: Okuyan sıkça durur, “Bir dakika n’oluyor ya?” diye sorup okuduğu şeyi sindirdikten sonra öyküye devam eder. Tabii ki ucuz bir karşılaştırmaya gitme yanlısı değilim ancak böylesi bir etki, günümüz korku sinemasının ekseriya kullandığı jump scare (genelde ses efektlerini kullanarak hoplatıp zıplatan korku diyeyim. Yani aslında evde otururken rüzgâr esince çarpan bir kapının yarattığı korkuyla aynı şey) taktiğine kıyasla daha derin ve lezzetli geliyor.

 

Kitap bir metropol fantazyasıyla başlıyor. Yazarın podcastlerde sıkça tekrar ettiği cesur olma, cüret etme ve kaynağını bulunduğumuz topraklardan alıp Batı’da parlayan mitleri “bizim buralara” geri çekme fikrine dair çok kıymetli bir örnek olmuş “Ağıt”. Kendi yorumumu katarak “İstiklal’de vuku bulan bir Antik Yunan öyküsü” diye ipucu vereyim ve susayım. “Şehre Küsen Çocuk”un başkarakteri, farklı yaş gruplarından birkaç çocukla buluşup kendi kişisel tarihine bir bakış atarken, peşi sıra gelen “Gavur ve Piç” kıyamet sonrası Türkiye’sinde geçen çok eğlenceli ve enikonu tekinsiz bir öykü. Cyber-punk türündeki “Sıfır Numara Film” ise 2107 Türkiye’sinde geçen distopik bir yeraltı öyküsü.

 

Okuduğum yorumlarda sıkça denk geldiğim üzere ben de “Pusova”ya giriş yaparken yeni bir paragraf başlatma ihtiyacı hissettim çünkü karşımızda daha ilk sayfasında insanın tüylerini diken diken eden bir eser var. Evet, kâğıt üzerine basılı harflerden bahsediyoruz ancak gerilim ve hatta korku hissini okurun içine böyle işleyebilmek de Galip Dursun’un harcıymış. Bir anne ile oğlun tedirgin edici diyaloglarının yarattığı atmosfer okuru hemen içine çekiveriyor. Durumun bilinmezliği karşısında eliniz ayağınıza dolaşıyor. Öyküye sonradan sınırda kaçakçılık yapan Ebubekir, onu “Pusova”ya bir “emanet” (ki bu, Ebubekir’in içinde ne olduğunu bilmediği bir sandıktır ve durum hiç iyiye gitmemektedir) taşımaya ikna eden Mehmet Emin Bey gibi karakterler ekleniyor ve gerilimin dozu gitgide artıyor. Bunca tekinsizliğin üstüne nasıl olup da akışı bozmadan araya sıkıştırmayı becerdiğini anlayamadığınız bir erotizmle öykü zirve noktasına ulaşıyor ve sonrasında çözüme gidiyor.

 

“Pusova”yı takip eden “Gelen”, hapisten yeni çıkan bir adamı konu edinen oldukça kişisel bir öykü. Kitapta “Pusova”dan sonraki favorim olan “Jeton” ise insanı ummadığı yerden vuran finaliyle takdire şayan, ürkütücü bir tarikat hikâyesi. Yine en çok sevdiklerimden, açıkçası en çok sevilenlerden biri olan “Kuş Çobanı”nda doğaüstü varlıklarla baş etmeye çalışan İstanbul merkezli bir büronun oldukça dişli bir rakiple olan mücadelesi anlatılıyor. Gotik imgelerin de yerli yerinde kullanıldığı bu öyküye dair Dursun’un kendi ifadelerini alıntılayarak bir gönderme yapmak istiyorum: “Karakteri anlatırken ona bir ‘yaratık’ değil bir ‘varlık’ dedim. Neden öyle?” Ve nihayetinde Pusova, “Gezinti” isimli bir başka distopya öyküsüyle son buluyor. Burada da leziz bir cinsel kimlik sorgulamasıyla, kitap elimizde kalakalıyoruz.

 

SONA DOĞRU: YABANİ ÜRPERTİSİ

Yazar son çalışmalarıyla Haziran 2016’da yayımlanmaya başlayan Yabani isimli bilimkurgu, fantastik ve korku temalı çizgi roman dergisinde yer alıyor. Derginin ilk sayısında yazdığı “Misafir” isimli öykü Ayşe İrem Aktaş tarafından çizilen Dursun, müteakip sayılarda da dergide yer alacak gibi görünüyor.

 

YANİ

Yerli iyi örnekleri öyle hemen karşımıza çıkmayan, kolay kolay okuru tatmin etmeyen, basitçe, “yani tabii güzelmiş” dedirtme ihtimali nispeten yüksek olan bu edebi türün eli yüzü düzgün, çarpıcı ve donanımlı örneklerine ulaşmak istiyorsanız, kitaplığınızda (fazlası içinse kulaklığınızda) Galip Dursun’a mutlaka yer veriniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir